top of page

BİLİŞİM TOPLUMUNDA DİJİTAL KAMUSAL ALAN VE ÇEVRİMİÇİ SOSYAL AĞLARIN KURUMLAR SOSYOLOJİSİ

  • hilalyurthy
  • 1 Kas 2022
  • 25 dakikada okunur

BİLİŞİM TOPLUMUNDA DİJİTAL KAMUSAL ALAN VE ÇEVRİMİÇİ SOSYAL AĞLARIN KURUMLAR SOSYOLOJİSİ KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ


BİLİŞİM TOPLUMUNDA DİJİTAL KAMUSAL ALAN VE

ÇEVRİMİÇİ SOSYAL AĞLARIN

KURUMLAR SOSYOLOJİSİ KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

Av. Hilal YURT

(Yazının fikri mülkiyet hakları yazara aittir. Makalenin herhangi bir bölümünün başka bir yayında kullanılmasına ancak atıfta bulunulması şartı ile izin verilir. İzinsiz çoğaltılamaz, tüm saklıdır)

1. GİRİŞ

Bilişim toplumunun, teknik donanımlarla zenginleşmiş ve her geçen gün kendine yeni bir özellik ekleyen iletişim biçiminin kendine özgü davranış kalıplarını, norm ve pratikleri beraberinde getirdiği tartışmasızdır. Söz konusu özgünlük sadece çevrim içi sosyalliğe değil aynı zamanda çevrim dışı sosyalliğe de yansımakta; gündemi, siyaseti, dili, modayı yönlendirmektedir. Anlık sosyal paylaşım platformlarının gerek mikro sosyal ilişkiler gerekse siyasi boyutlara varacak ölçüde makro düzeydeki sosyal ilişkiler bakımından, yeni ve kendinden menkul davranış kalıplarını ürettiği şüphesizdir. Bilişim toplumunun her bir bireyinin aktif katılımcısı, içerik üreticisi, diğer kullanıcıların izleyicisi olabildiği iletişim araçlarının, eşanlı olarak küresel ölçekte katılımcı sayısına ulaşması; hem mikro hem de makro düzeyde sosyal ilişkilere tesir etmesi neticesini de beraberinde getirmektedir. Bu haliyle bilişim toplumunu anlama noktasında; sosyal ilişkilere bu denli etki edebilme gücüne sahip olan bilişim toplumuna özgü iletişim deneyimlerinin toplumda, örgütlenmiş, bütünleşmiş değerler çerçevesinde özgün norm ve davranış kalıplarını ihtiva eden yeni bir kurum oluşturma boyutuna ulaşıp ulaşmadığının tespiti önem kazanmaktadır.

Bu çalışmada ise; Manuel Castells’in ağ toplumu kavramı çerçevesinde, Zygmunt Bauman’ın küreselleşme kuramı, Richard Sennet ve Henri Lefebvre’nin kamusal alan kavramları, Jean Baudrillard’ın simülasyon ve hiper gerçeklik kuramı, Pierre Bourdieu’nün habitus kavramları başta olmak üzere bilişim toplumuna ilişkin literatürdeki diğer değerlendirmeler, Talcott Parsons, Giddens, Durkheim ve diğer kurumlar sosyolojisinin diğer sosyologlarının kuramlarının tartışmaları derlenerek bilişim toplumunun özgün bir kurum oluşturup oluşturamayacağı hususunda bir yaklaşım ortaya konulmaya çalışılacaktır.

2. KÜRESELLEŞME VE BİLİŞİM TOPLUMU

Zygmunt Bauman’ın küreselleşme için ifade etmiş olduğu üzere, bütün moda sözcükler benzer kaderi paylaşır: Şeffaflaştırdıklarını iddia ettikleri deneyimler ne kadar çok olursa, sözcüklerin kendisi o kadar bulanıklaşır. Bilişim toplumu kavramı için ise, günümüz itibariyle genel hatları ile “bilgi teknolojilerinin meydana getirdiği yeni yaşam biçimlerinin şekillendirdiği toplumdur” denilerek kabaca bir tanım yapabilmek mümkün olsa da, bu kavramı esas itibariyle ontolojisini borçlu olduğu küreselleşme sürecini okumaksızın anlamak, Bauman’ın işaret etmiş olduğu bulanıklaşma nedeniyle pek mümkün görünmemektedir.

Nitekim bilişim teknolojilerinin bireysel ve toplumsal yaşam pratiklerini başat olarak şekillendirdiği günümüz toplum modeli; çağdaş sosyologlar tarafından tanımlanmaya çalışılmış, her bir teorinin yaklaşımını vurgulayan muhtelif adlandırmalar yapılmıştır: Post-modern çağ (post-modern era, Amittai Etzioni); Endüstri sonrası toplum (post industrial society, Daniel Bell); Bilgi toplumu (knowledge society, Peter F. Drucker); Kişisel hizmet toplumu (the personal service society, Paul Holmes); Hizmet-sınıflı toplum veya Kapitalizm sonrası toplum (post-capitalist society, Ralf Dahrendorf); Teknokratik Çağ (the technetronic era, Zbigniew Brezinski); Enformasyon Toplumu (information society, Y. Masuda); Üçüncü Dalga (The Third Wave, Alvin Toffler); Ağ toplumu (network society, Manuel Castells).[1]

Bu itibarla, bu yazının konusu olan bilişim toplumu kavramı ve ilişki biçimlerinin incelenmesinden önce bilişim toplumunu meydana getiren küreselleşme sürecinin yüzeysel olarak kronolojisini ortaya koymak gerekecektir.

Zamansal ve mekânsal sınırlardan arınmışlığı ifade eden küreselleşme; kapitalizmin, sermaye devir döngüsünü artırma, birim zaman içinde daha fazla çıktı alma ve nihayetinde daha fazla kar elde etmeyi amaçlayan bir sistem olmasının, zamansal/mekânsal mesafelerin teknoloji vasıtasıyla sıfırlanması arzusunu doğurması neticesinde meydana gelmiştir.

Kapitalizm başlangıcından beri küresel eğilimli bir sistem olmuş, küreselleşerek daha fazla bütünleşmiştir. Kapitalizmin, sonsuz birikim gereksinimi, yeni ve farklı genişleme biçimleri üretmiştir. (Akbulut, 2007)

Küresel dönem, kapitalizmin yeni bir aşaması olarak, hem kapitalizmin temel niteliklerinin devamlılığını taşımakta hem de var olan sermaye birikimlerinin dinamikleri kapsamında belli farklılıklar içermektedir. (Akbulut, 2013)

Akbulut’un ifade etmiş olduğu üzere kapitalizmin yeni bir aşaması olan küreselleşmenin sermayenin birikim biçimi bakımından kapitalizmden farklılaştığını ortaya koymak gerekmektedir.

Küreselleşmenin klasik kapitalizmin üretim pratikleri ve sermaye birikim biçimlerinden farklılaşma sürecinin 1970’lerdeki petrol krizi ile başladığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Zira Camacho ve Nieto’nun belirtmiş olduğu üzere; 1973-74 ve 1980-81 petrol krizlerinden kaynaklanan derin iktisadi çalkantıyı, “fiilen var olan sosyalizm”in çöküşünü ve Çin’in dönüşüm geçirmesini takip eden 30 yılda dünya ekonomisinde çarpıcı değişmeler yaşanmıştır.

Hiç şüphe yok ki, bu dönüşümlerin geçekleşmesinde önemli teknolojik değişikliklerin büyük bir payı vardır. Modern mikro-elektronik ve internet, bilginin aktarılması sırasında hacmi ençoklaştırıp maliyetleri enazlaştırma konusunda büyük bir güce sahiptir. Teknik değişiklikler, yapısal dönüşümleri mümkün kılarak onlara hız kazandırmıştır. (Camacho & Nieto, 2009)

Keza Castells de bu yapısal dönüşümün başlangıcının 1970 krizi olduğunu ifade eder: İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yaklaşık otuz yıl içinde, birçok piyasa ekonomisine beklenmedik bir ekonomik refah, bir toplumsal istikrar getiren Keynesçi kapitalist büyüme modeli, 1970’lerin başında kendi iç sınırlılıklarının duvarına toslamış; içine düştüğü kriz de enflasyonun şaha kalkmasıyla tezahür etmiştir. 1974 ile 1979’da petrol fiyatlarındaki artış, enflasyonun kontrolden çıkması tehdidini doğurduğunda, hükümetlerle şirketler, bir yeniden yapılanma dönemine adım atmıştır.

Esnekliğe, uyarlanabilirliğe odaklanan teknolojik yenilikler ve örgütsel değişim de, yeniden yapılanmanın hızı ile verimliliğinin artırılmasında kritik önem taşımıştır. (Castells,1999)

Esnekliğe, uyarlanabilirliğe odaklanan üretim teknolojilerine yönelik arayış, bilişim teknolojilerinin gelişmesine neden olmuştur. Endüstri 3.0. devrimi olarak da anılan bu teknolojilerin temelinde analogdan dijitale geçiş, dijitalleştirilmiş verinin küresel ağ üzerinde zaman ve mekandan bağımsız olarak akışı hedeflenmektedir. Haliyle bilişim teknolojilerinin gelişimi zamanın ve mekanın fiziki imkansızlıklarını ortadan kaldırılması küreselleşmeyi de beraberinde getirmiştir.

Keza Castells’in ifade etmiş olduğu üzere 1970’lerde büyük ölçüde ABD’de kuruluşuna tanık olduğumuz, enformasyon teknolojisi çevresinde örgütlenmiş yeni teknolojik paradigma Amerikan toplumunun, küresel ekonomi ve dünya jeopolitiğiyle etkileşim içinde yeni bir üretim, iletişim, yönetim ve yaşama biçimi olarak somutlaşan özgül bir parçasıdır. (Castells,1999)

Bahsedildiği üzere, ana akım sosyolojik yaklaşımlara göre 1970’lerdeki petrol krizi ve ekonomik çöküntü, küresel ölçekli niteliği ve beraberinde getirdiği köklü sosyo-ekonomik dönüşümler itibariyle Fordist/ Endüstriyel dönemin sonu olarak değerlendirilir. Post-Fordist dönemde ise endüstri toplumunun fiziksel sistem odaklı üretim kalıpları (endüstriyel fabrika, büyük şirket, akılcılaştırılan bürokrasi, büyük ölçekli şehirleşme, kitle iletişimin yükselişi vs.) büyük ölçüde terk edilmiş; esnekliğe, uyarlanabilirliğe odaklanan teknolojik üretim pratikleri benimsenmiş, hizmet sektörünün önem kazandığı toplum biçimi olan enformasyon toplumu paradigmaları yükselişe geçmiştir.

Post-Fordist toplum; analog teknolojiden dijital teknolojiye geçiş, mikro bilgisayarların icadı ve yaygınlaşması, mikro işlem teknolojisi, internetin icadı, dijital verinin icadı, mikroçip teknolojisi, telekomünikasyon-ağ teknolojilerinin gelişmesi, akıllı telefonlar, elektronik muhtelif aygıtlara bilgisayar yazılımı desteği ve bu aygıtların ağa erişiminin mümkün kılınması gibi 1970’lerden sonra gelişen 3.0. endüstri devriminin gerçekleşmesiyle beraber; küresel kentler, post bürokrasi, esnek üretim, lojistik, mikro elektronik, genetik mühendisliğinin ağlar oluşturma mantığı etrafında şekillenmiştir. Nitekim halihazırda tecrübe etmeye başladığımız; otonom robotlar, simülasyon, sistem entegrasyonu, nesnelerin interneti, siber güvenlik, bulut bilişim, big data, artırılmış gerçeklik gibi Endüstri 4.0. Teknolojileriyle de her geçen gün kendini geliştirmekte olan yeni enformasyon teknolojileri, küresel ağlarla dünyayı birleştirmekte; zaman ve mekan sorununu ortadan kaldırmaktadır.

Bilgisayarlar vasıtasıyla kurulan Dünya Çapındaki Ağ’ın (World Wide Web) ortaya çıkışı, enformasyon söz konusu olduğunda “seyahat” (ve katedilecek “mesafe”) kavramının kendisini geçersiz kılarak ve enformasyonu hem teoride hem pratikte, bütün yerkürede aynı anda kullanılabilir hale getirmiştir. (Bauman,1998)

Manuel Castells, söz konusu kapitalist dönüşümü, sanayileşmecilik ve devletçiliğin krizini, enformasyonel ekonominin doğuşunu, “ağ toplumu”nun oluşması teorisiyle açıklamıştır. Castells’e göre Ağ toplumu; ağlar oluşturma mantığı etrafında merkezsiz, hiyerarşi içermeyen, yatay ilişkilerin hâkim olduğu bir toplumsal örgütlenme biçimi olarak değerlendirmektedir. (Castells, 1999)

Literatüde mevcut olan diğer, bilişim toplumu tanımlarına kısaca değinmek gerekirse; Peter Drucker’in (1993: 18) Kapitalist Sonrası Toplum olarak adlandırdığı bu toplumda “temel ekonomik kaynak, yani ekonomistlerin deyimiyle üretim araçları artık sermaye de değildir, doğal kaynaklar da değildir, emek de değildir. ‘Bilgi’dir ve bilgi olacaktır” diyerek yeni toplumun üretim araçlarının ne olacağını ortaya koymuştur. Daniel Bell (1976: 46–49) Sanayi-Sonrası Toplum’un en “temelde enformasyona dayandığını” belirtir. Japon Toplumbilimci Yoneji Masuda (1990: 4), “Sanayi Toplumu’nda temel dinamik maddi üretim iken Enformasyon Toplumu’nda temel dinamiğin enformatik üretim” olduğunu vurgulayarak Enformasyon Toplumu’nun Sanayi Toplumu’ndan tamamen farklı, yeni bir toplumsal yapı olduğunu ileri sürer. Alvin Toffler (1981: 356) ise Enformasyon Toplumu’nu, “teknolojinin sonucu” olarak görürken; Marshall McLuhan (1964: 36), “elektronik iletişim araçlarının egemen olduğu, küresel köy olasılığının belirdiği yaşanmakta olan dönemin” Enformasyon Toplumu olduğunu ve bu toplumsal yapının daha önceki ‘Mekanik Çağı’ dünyadan sileceğini vurgular. Gordon Marshall (2003: 199) Enformasyon Toplumu’nu, “ulusal ve uluslararası düzeydeki iletişimi kolaylaştırmak ve kütüphanelere, veri arşivlerine, özel kuruluşların ya da kamu kurumlarının kontrolündeki diğer enformasyon kaynaklarına kolay bir şekilde erişimin sağlanabilmesi açısından bilgisayarların ve telekomünikasyon araçlarının yaygın olarak kullanıldığı bir toplum” olarak ifade eder. Freemen ve Soete (1997: 59), “bilgi ve teknolojinin toplumsal yaşamın daha iyi koşullara kavuşturulması amacıyla kullanıldığı katılımcı ve bütünsel bir eylem hali” olarak Enformasyon Toplumu’nu tanımlar. Briggs ve Burke (2004: 281) ise Enformasyon Toplumu’nu, “iletişim aracılığı ile topluma şekil vermek” olarak açıklar. (Aktaş,2013)

Neticeten, her ne kadar farklı ekollere mensup olsalar ve bilişim toplumuna yönelik yorumları farklılık gösterse de literatürde bilişim toplumunun ağ, iletişim, zaman ve mekandan bağımsızlık, enformasyon eksenlilik özelliklerinde uzlaşmış oldukları açıktır.

Diğer yandan literatürde alternatif söylemler de mevcuttur: Sweezy, küreselleşmenin bir durum ya da olgu olmadığını, kapitalizmin geçerli bir toplum biçimi olarak ortaya çıktığından bu yana, bir süreç olarak var olduğunu belirtir.

Buna karşılık, post-modernist kültürel kuramlarda, yeni bir çağda olunduğu iddia edilmektedir. Post- modernite açısından resme bakıldığında, bilişim ağı, küresel ekonomi, kültür, ideoloji ve psikolojik değişmelere vurgu yapılır; eski tüm belirlilikler çözülmüştür. Post-modernist kültürel kuramlarda, yeni bir çağda olunduğu iddia edilmektedir. Post- modernite açısından resme bakıldığında, bilişim ağı, küresel ekonomi, kültür, ideoloji ve psikolojik değişmelere vurgu yapılır; eski tüm belirlilikler çözülmüştür. (Akbulut, 2007)

Enformasyon teknolojilerinin gelişimini yeni bir çağ açtığı hususuna ilişkin tartışmaları bir yana bırakacak olursak; fiziki mekânın ve zamanın sınırlamalarına maruz kalmaksızın, bireylerin her an “ağ”da var olabilmelerinin kişilerin gündelik yaşam pratiklerinde ve bireylerden oluşan toplumun yapısında görünür bir takım değişiklikleri beraberinde getirdiği şüphesizdir.

Bilhassa 2000’li yıllara gelindiğinde, bilişim teknolojilerinin fiziki olarak kişilerin günlük hareketlerine adapte olabilen portatifliğe kavuşması, bilgisayar, akıllı telefon teknolojilerinin fiyatlandırma olarak ulaşılabilir hale gelmesi; internet teknolojisinin kablosuzlaşması ve ucuzlaması, internet içerik sağlayıcı servislerin çeşitlenmesi gibi gelişmeler neticesinde bireylerin “ağ”a katılımı kolaylaşmış ve dahası sürekli “ağ”da kalma (çevrimiçi olma) hali gündelik yaşamın standart ve hatta mutlak bir pratiği haline gelmiştir.

Bilişim toplumunun “ağ” ile olan 7/24 bağlantısı şüphesiz ki, enformasyon toplumunun kendine özgü iletişim kültürü geliştirmesine neden olmuştur. İletişim ise bilişim toplumunun yapısal dönüşümü bakımından kritik bir hususu teşkil etmektedir.

İletişim, kültürü şekillendiren bir etkiye sahiptir; çünkü Postman’ın da yazdığı gibi “Gerçekliği ‘olduğu gibi’ değil, dillerimizin olduğu gibi görüyoruz. Dillerimiz de medyalarımızdır. Medyamız metaforlarımızdır. Metaforlarımız kültürümüzün içeriğini oluşturur.” Kültür iletişimle aktarıldığı, iletişimle başlatıldığı için, kültürlerin kendileri -tarihsel olarak üretilmiş inanç sistemlerimiz ve geleneklerimiz- yeni teknolojik sistemle temelden dönüşmüştür, zaman içinde daha da fazla dönüşecektir. (Castells, 1999)

Castells’e göre bilişim toplumunun dijital dili; insan iletişiminin yazılı, sözlü, görsel-işitsel biçimlerini aynı sistem içinde bütünleştiren evrensel bir hipertext ve meta-dildir. Dijital dilin evrenselliği ve iletişim sisteminin ağ oluşturmaya yönelik saf mantığı, yatay, küresel iletişim için teknolojik koşulları hazırlamıştır. (Castells, 1999)

O halde, enformasyon teknolojisi öncesinde var olmayan, bilişim toplumuna özgü gündelik iletişim tecrübelerinin yeni bir toplumsal kurum yaratıp yaratmayacağı hususunu tartışmadan önce, bilişim toplumunda iletişimin dönüşümünü ortaya koymak gerekecektir.

3. AĞ SOSYALLİĞİ VE DİJİTAL KAMUSAL ALAN

1990’ların ikinci yarısında, küreselleşmiş, kişiselleşmiş kitle iletişim ile bilgisayar aracılığıyla iletişimin birleşmesi, yeni bir elektronik iletişim sistemi doğurmuştur. Günümüzde bu teknolojinin kazandığı boyut; bireyin şahsi akıllı telefonu yahut kişisel bilgisayarı vasıtasıyla 7/24 internet üzerinden çeşitli içerik/yer sağlayıcılar vasıtasıyla isteğine bağlı olarak belirli bir kişi grubuna yahut dünyanın tamamının erişimine açık olarak diğerleriyle iletişimine imkan sağlamaktadır. Bilişim toplumunun birbiriyle olan iletişimindeki bu “sınırsızlık” bilişim toplumunda kamusal alanın tanımının ne olduğunun, yeni dijital mekanların bu kamusal alana dahil olup olmadığı sorularının cevaplanmasını gerektirmektedir.

Özellikle günümüz bilişim teknolojilerinin toplumsal iletişime kazandırdığı boyut 80’li yılların internet teknolojisinin sağladığı sınırlı imkanların çok daha ötesinde kendine özgü iletişim deneyimlerini üretmiştir. Bilişim toplumuna özgü iletişim modelinin 2000’li yılların başında, kullanıcılarının kişisel profillerini oluşturarak içerik üreticisi ve aynı zamanda başkalarının üretmiş olduğu içeriklerin izleyicisi olduğu her an milyonlarca kullanıcı tarafından güncellenen gündem akışının ağa erişimi olanlar tarafından izlenebildiği sosyal paylaşım platformlarının icadıyla şekillendiğini söylemek mümkündür. 2004 yılında kurulmuş olan Facebook adlı sosyal paylaşım sitesi sosyal paylaşım platformlarının ilk sistemli örneklerinden olarak gösterilmekle beraber, bugün hala kendine yeni nitelikler kazandırarak ve kişiler arası iletişime farklı form ve yenilikler getirerek varlığını sürdürmektedir.

Facebook, ücretsiz olarak sisteme üye olan kullanıcılarına, kendilerine özgü bir profil oluşturma, bu profil aracılığıyla diğer kullanıcılarla takipleşme, sosyal bir ağ oluşturma imkanı vermektedir. Facebook ilk olarak Harvard Üniversitesi öğrencilerinin kullanımı ile sınırlı olması fikri ile kurulmuştur. [2] Yani sosyal paylaşım platformlarının ilk örnekleri çevrimdışı hayatta halihazırda kişinin mevcut olan sosyal ağın mekânsal sınırlamalara maruz kalmaksızın devam ettirilmesi amacına odaklanmıştır. Sonrasında kullanıcıların profillerini kişisel özelliklerini yansıtabilecek donatılara kavuşması ile bu platform kullanıcılarının ağ üzerinde diğerlerine, kendilerini, oluşturdukları göstergeler ve persona üzerinden takdim edebildikleri bir sosyal alan haline gelmiştir. Sosyal paylaşım platformunda inşa edilen profilin düzenlenmesi, çevrimdışı sosyal yaşama ilişkin yapılan yatırımlar gibi bireyin yaşamında önem kazanmıştır. Profil paylaşımlarının diğerlerinin beğeni veya yorumlarının açıkça görünebileceği teknik özellikleri de ihtiva etmesiyle beraber, profil sahibi bireyin onaylanma ve takdir edilme ihtiyacı gündeme gelmiştir. Sayılar ve nicelik ile dizayn edilmiş olan dijital dünyada, sosyal paylaşım platformu kullanıcılarının, onaylanma ve takdir edilme ihtiyacını, daha fazla kişi ile etkileşime geçmek ve beğeni sayısını artırmak olguları ile karşılayabileceklerini düşünmeleri üzerine, sosyal paylaşım platformları artık sadece çevrimdışı sosyal ağların sürdürülmesi için değil aynı zamanda yeni sosyal ilişkiler kurmak için de kullanılır hale gelmiştir.

Sonrasında, bilgisayar yazılımları ile telefon fonksiyonunun birleştiği akıllı telefon cihazlarının üretilmesi ve bireylerin her an internete bağlı kalarak sosyal paylaşım platformlarına erişebilir olması beraberinde daha “canlı” ve akışkan içerik üretimi sağlayan Twitter ve Instagram gibi sosyal paylaşım platformlarının icadını getirmiştir. Mikro blog sitesi olarak tarif edilen Twitter, kullanıcılarının anlık olarak belirli karakter sınırları içerisinde (mikro) düşüncelerini takipçileri ve tüm kullanıcıların görebileceği şekilde paylaşmasına imkan vermektedir. Tweet adı verilen paylaşımlar -profil gizlilik ayarları bakımından değişkenlik göstermekle beraber- kişinin takipçileri yahut tüm Twitter kullanıcıları tarafından izlenebilen anlık akış sayfasında milyonlarca kullanıcının ilgisine sunulmaktadır. Keza Instagram adlı fotoğraf paylaşma platformu da aynı sosyal ağ oluşturma ve anlık olarak bu ağa içerik üretme, diğerlerinin içeriği ile etkileşimde olma mekanizması üzerinde inşa edilmiş olup, içerik konusu bakımından görsel paylaşımla kendini sınırlandırdığından Twitter’dan farklılık göstermektedir.

Günümüzde milyarlarca kullanıcısı ve günlük veri trafiğinin dahi milyonları aşan üç popüler sosyal paylaşım platformu olan Facebook, Twitter ve Instagram’ın çalışma mekanizması benzer olmakla birlikte içerik konuları bakımından farklılık göstermektedir. İçerik üretiminin spesifik konulara indirgenmesi de bilişim toplumunun yeni iletişim düzenini anlamak bakımından üzerinde durulması gereken bir husustur. Nitekim anılan sosyal paylaşım platformlarının yanı sıra sadece video içeriklerinin paylaşıldığı Youtube, mesleki içeriklerin paylaşıldığı LinkedIn gibi spesifik olarak paylaşım konularının daraltıldığı platformlar da mevcuttur.

Tüm bu dijital sosyal platformlar milyonlarca kullanıcısının olması, günlük trafik verilerinin dahi milyonları aşması nedeniyle bile bilişim toplumunun iletişim modellerinin özgün bir yapı kazanmasına neden olmaktadır. Zira söz konusu platformlar bilişim teknolojileri öncesi iletişim alışkanlıklarından başka yeni davranışları meydana getirmektedir. Hatta önceki iletişim pratikleri ile tarif edemeyeceğimiz kendine özgü terminolojisi olması nedeniyle dahi bu yeni iletişimin toplumsal yapı bakımından nasıl okunması gerektiği bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bilişim toplumuna özgü enformasyonel ve ağ uzamında gerçekleşen iletişim ve davranış pratiklerinin bilişim toplumu bakımından yepyeni bir kurumu meydana getirip getirmeyeceğine ilişkin bir değerlendirme yapmadan önce bu yeni ilişkiler ağının gerçekliğine ilişkin tartışmalardan bahsetmek gerecektir. Zira literatürde bir kısım tartışmalara göre bilişim toplumunun ağlar üzerinden gerçekleştirmiş olduğu iletişim tümüyle sanaldır, bu nedenle gerçek kabul edilmez.

Bilişim toplumunun yeni iletişim yöntemlerinin sibernetik/sanal ve gerçeklikten yoksun birer tecrübe mi yoksa sosyal yaşamın gerçek birer parçası olup olmadığını değerlendirebilmek içinse öncelikle anılan sosyal paylaşım platformlarının gerçek bir kamusal alan olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini ortaya koymak faydalı olacaktır.

Richard Sennett’a göre; “Kamusal” olanın kimleri içerdiği ve “kamuya” çıkıldığında çıkılan yerin neresi olduğu konusu, 18. yüzyıl başlarında hem Londra’da hem de Paris’te öne çıkmaya başladı. Bu arada “kamu” sözcüğü modern anlamını kazanmış ve dolayısıyla artık yalnızca aile ve yakın arkadaş kesimlerinden farklı konumu olan bir toplumsal yaşam bölgesi değil, görece çok çeşitli insanları içine alan, tanıdıklar ve yabancıların oluşturduğu kamusal alan anlamına da geliyordu.

Kamusal ve özel birlikte, günümüzde toplumsal ilişkiler evreni adını verebileceğimiz şeyi oluşturuyordu. (Sennett,1996)

Kamusal olanın, aile ve yakın çevre dışında kalan tanıdıklar ve yabancıların oluşturduğu alanı ifade ettiğine ilişkin tanım esas alındığında; bilişim toplumunun bireyinin yerkürenin neredeyse tamamına erişebilen “ağ” üzerinden milyarlarca insan ile eş anlı olarak iletişim kurabilme imkanına sahip olduğu gözetildiğinde, bilişim toplumu için geleneksel/fiziki kamusal alanların sınırlarının çoktan aşıldığını söylemek mümkündür.

Lefebvre’ye göre somut soyutlamalar, ağlar ve zincirler, ilişki demetleri aracılığıyla gerçekten” var olurlar. Örneğin, dünya çapındaki iletişim, mübadele, enformasyon ağları. Mekan bilgisi, tarif ile parçalanma arasında gidip gelmektedir.

Toplumsal mekan kısmi mekanlara bölünür. Böylece, coğrafi ya da etnolojik bir mekan, bir demografi mekanı, bilişim mekanı, vb. ortaya konmuş olur. (Lefebvre,1970)

Küresel enformasyon ağının gelişiyle birlikte, bu yurt temelli/şehir planlamacıları tarafından planlanmış/mimarlar tarafından tasarlanmış, inşa edilmiş mekân üzerine bir üçüncü mekân, insan dünyasımn sibernetik[3] mekânı bindirilmiştir. Paul Virilio’ya göre, bu mekânın ögeleri “mekânsal boyutlardan yoksundur, anlık bir yayılmanın bireysel zamansallığı içine kazınmıştır. Bu noktadan sonra, insanları artık fiziksel engeller ya da zamansal uzaklıklar ayıramaz. Bilgisayar terminalleri ile video monitörlerinin birbirine bağlanmasıyla birlikte, burası ile orası arasındaki ayrım artık anlamsız hale gelmiştir.” (Bauman,1998)

Enformasyonel toplumda iletişim ve ilişki kurmak için fiziki bir mekana ihtiyaç duyulmadığından; kent meydanları, caddeler, sokaklar, alışveriş merkezleri, kamu binaları gibi geleneksel kamusal alanlar artık yerini akışların uzamına bırakmıştır.

Bauman’a göre; çatışmaların, dayanışmaların, kavgaların, görüşmelerin ya da adaletin insan gözü ve kolunun hiçbir şekilde erişemeyeceği noktalara taşınmasına izin veren araçların devreye girmesiyle, aklın almayacağı bir biçimde değişmiştir. Mekân, “işlenmiş/merkezleştirilmiş/ örgütlenmiş/normalleştirilmiş” hale geldi ve hepsinden de öte, insan bedeninin doğal kısıtlamalarından kurtarılmıştır. Dolayısıyla, bu noktadan sonra “mekânı örgütleyen” şeyler teknik kapasite, tekniğin eylem hızı ve kullanım maliyeti oldu: “Bu tür tekniklerin yansıttığı mekân kökten farklıdır: Tanrı kerameti değil, inşa edilmiştir; doğal değil, yapaydır; wetware’le[4] dolayımsız ilişkide değil, hardware dolayımlıdır; kamulaştırılmamış, rasyonelleştirilmiştir; yerel değil, ulusaldır.” (Bauman,1998)

Yeni iletişim sistemi, uzamı ve zamanı, insan hayatının temel boyutlarını kökten bir dönüşüme uğratır. Yerellikler, kültürel, tarihsel, coğrafi anlamlarından kopar, işlevsel ağlar ya da imaj kolajları olarak yeniden birleşirler; böylece mekânların uzamının yerini bir akışlar uzamı alır. Geçmiş, şimdi ve gelecek, aynı mesaj içinde birbirleriyle etkileşim içinde olabilecek şekilde programlandığında zaman silinir. Akışların uzamı ve zamansız zaman tarihsel olarak aktarılmış temsil sistemlerinin çeşitliliğini kapsayan ve aşan yeni bir kültürün maddi temellerini oluşturur: Kurgunun, kurmaya duyulan inanç olduğu gerçek sanallık kültürü. (Castells,1996)

Bilişim toplumundaki yeni iletişim ortamlarının dijitalliği; Castells’in de “gerçek sanallık” olarak temas etmiş olduğu, sanal uzamın “dolaylı gerçekliği”ne ilişkin tartışmaları kaçınılmaz olarak beraberinde getirmiştir.

Şüphesiz ki, enformasyon teknolojilerinin üretmiş olduğu sosyalliğin, gerçeklikle olan ilişkisine yönelik tartışmaların başını Jean Baudrillard’ın simülasyon kuramı çekmektedir.

Baudrillard’ın geleneksel medya araçlarının analizini üzerine inşa ettiği simülasyon kuramı ve hiper gerçeklik kavramları; bilişim toplumunun ağ üzerindeki sosyal paylaşım platformlarında oluşturdukları kişisel profilleri ve buradan yapmış oldukları paylaşımların dijital niteliğinin gerçek yaşantıdaki sosyallikten farklılaşmasını ortaya koymak hususunda değerlendirme yapabilmek için elverişli kavramlardır.

Baudrillard’ın “çağdaş yabancılaşma” adını verdiği, teknoloji, bir müddettir, hem insanların birbirleriyle olan ilişkilerini, hem de insanların gerçeklikle kurdukları ilişkiyi tahrip etmeye başlamıştır. Marksist “yabancılaşma”nın bir başka biçimi gerçekleşerek, teknoloji aracılığıyla, bu kez işçiyi değil, bireyleri, gerçeklikten koparmaktadır. (Baudrillard, 1970)

Baudrillard bu gerçeklikten kopuş durumunu özgün bir kavram seti ile tanımlar:

Simülakr: “Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm” (Baudrillard, 2014: 3). Simüle Etmek: “Gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak” (a.g.e., s.3).

Simülasyon: “Bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bir bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi” (a.g.e., s.3).

Hiper-Gerçeklik: Baudrillard’a göre hiper-gerçeklik, gerçek ve kurgu arasındaki çizginin yok olmasıdır (Yumrukuz, 2016: 88).

Anlamın Patlaması: Baudrillard’a göre “bilgi ürettiği içeriği, iletişimi ve toplumsalı yutar, anlamı yok eder ve toplumsalı yeniliğin aksine tam anlamıyla puslu bir bilgi yokluğunun içine sokar” buna anlam patlaması denilir (a.g.e., s.89).

Sıcak-Soğuk Olay: Televizyon sıcak medya olaylarını soğuk olaylara dönüştürür ve bu olaylar sıradanlaşarak eğlence aracı haline gelir. Örneğin, “medya Körfez savaşı görüntülerini seçerek Amerikalıların vicdanlarını sızlatmayacak bir şekilde bir dizi simüle edilmiş görüntüler silsilesi içinde yayınlamıştı” (a.g.e., s.88).” (Metin & Karakaya, 2017)

Simülasyon gerçekliğin modeller aracılığıyla yeniden üretilmesidir. Simülasyonlarda gerçekler gerçekten daha gerçekmiş gibi görünürler (Baudrillard, 1978).

Baudrillard’a göre artık gerçekliğin yerini simülasyonların aldığı Batı toplumlarında kitleler ortadan kalkmakta, buharlaşmakta ve onların yerini “sessiz yığınlar” almaktadır.

Kitleler toplumsal değillerdir, toplumsallık kitlelerle artık anonimleşmiştir. (Baudrillard, 1970)

Bu haliyle Baudrillard’cı bir bakış açısıyla bilişim toplumu ve akışların uzamında bilindiği anlamıyla kamusal alanın ve toplumsalın varlığından söz edilemez. Zira Baudrillard’a göre gerçekliğin yerini artık göstergeler almıştır ve gerçeklik, simülakrların yeniden üretimi döngüsü içinde kendisine bir daha ulaşılamayacak biçimde yok olmuştur. Göstergelerin ve simülasyonların hakikatin yerini aldığı -Baudrillard’ın dördüncü ve son basamak olarak tanımladığı- bu hiper-gerçeklik evresinde artık sembolik topluma geçilmiştir.

Her ne kadar Baudrillard simülasyon kuramını konvansiyonel medya, kitle iletişim araçları hakkında geliştirmiş olsa da; kitle iletişim araçlarının günümüzde bürünmüş olduğu sosyal paylaşım platformu formatını çözümlemek ve anlamak konusunda da yetkinliğe sahip olduğu açıkça görülmektedir.

Nitekim bilişim toplumunun dijital kamusal alanları olarak değerlendirebileceğimiz, sosyal paylaşım platformları kişinin kendisini bu platformda dijital bir ve belki birden fazla profil oluşturarak temsil etmesine imkan tanıyan ve bu mantıkla çalışan bir teknolojiye sahiptir. Bu profillemeler kişinin dijital kamusal alana yansıtmak istediği göstergeler, imajlar, kodlar, sinyallemeler toplamından meydana gelmektedir. Bu haliyle sosyal paylaşım platformlarındaki benlik/profil ile gerçek yaşamdaki benliğin birebir örtüşmemesi ve farklılaşması kaçınılmazdır. Bilişim toplumunun bireyinin dijital kamusal alanlarda görünürlüğünü sağlayan profilinin, seçilmiş ve gerçekliğin tercihen bir kısmından arındırılmış imaj ve göstergelerden oluşması; ancak yine de salt bu tercihleri yansıtması sebebiyle bile profili oluşturan bireyin benliğinden ayrılamaması hali; Baudrillard’cı bir bakış açısıyla bakıldığında gerçeklik ve kurgu arasındaki çizginin yok olduğu hiper gerçeklik halidir.

Öte yandan, sosyal paylaşım platformlarında sadece gerçek kişilerin temsilleri bulunmamaktadır. Aynı zamanda, gerçek kişilerin anonim olarak yönettikleri birden fazla hesap bulunabildiği gibi siyasi veya ticari olarak belli gruplar tarafından yönetilen sahte birey temsilleri görünümünde olan “trol” ve “bot hesap” adı altındaki sahte profiller de bulunmaktadır. Bu hesaplar tıpkı gerçekten bireyin kendisini temsil etmek üzere belli sosyal kaygılarla seçilmiş imaj ve göstergelerle oluşturduğu kişisel profiller gibi diğer hesap sahipleri ile iletişime geçebilmekte ve içerik paylaşımı yaparak etkileşim üretebilmektedirler. “Gerçek profil” ile “sahte profil” arasındaki ayırt edilemezlik hali, yine gerçeklikle kurgu arasındaki çizginin yok oluşuna bir örnek olarak gözlemlenebilmektedir.

Üstelik bunun bir kademe daha ilerisinde yapay zeka tarafından oluşturulmuş ve yönetilmekte olan profillerin kurmuş olduğu iletişim ve etkileşimin gerçekliğinin nasıl değerlendirileceği sorunu ortaya çıkmaktadır.

Tüm bu hususların yanı sıra gelişmesine tanıklık ettiğimiz endüstri 4.0. teknolojilerinden artırılmış gerçeklik teknolojisini, söz konusu sosyal paylaşım platformlarının video efektleri aracılığıyla tecrübe edebiliyor oluşumuzun, özellikle “face-change” denilen yüz değiştirme teknolojisinin önümüzdeki yıllarda iletişime kazandıracağı henüz öngörülemeyen imkanlar da göz önünde bulundurulduğunda; sanal ortamlarda üretilen imaj ve göstergelerle kurulacak olan iletişimin gerçekliğine ilişkin tartışmanın, bugünkü profil dizaynı ve idealize edilmiş benlik göstergelerine ilişkin tartışmalardan çok daha önemli bir boyuta ulaşacağı açıktır.

Zira Baudrillard’ın söz konusu gerçeklik eleştirisine karşı argümanlar da söz konusudur. Bilhassa sosyal paylaşım platformlarında inşa edilen kullanıcı profillerinin imaj ve sembollerden ibaret oluşunun aslında geleneksel sosyal olguların tekrarından ibaret olduğuna ilişkin görüşleri bu aşamada değerlendirmek faydalı olacaktır.

Nitekim Castells’in, ağ toplumuna özgü iletişimin dijital verilerden ibaret ve sembollerden meydana gelmiş olmasının gerçeklikten kopuk olması ile ilişkilendirildiği söz konusu tartışmaya vermiş olduğu cevabı bu noktada göz önünde bulundurmak önemlidir:

“Jean Baudrillard’ın bize yıllar önce öğrettiği gibi, göstergelerin üretimi ve tüketimine dayalıdır. Bu yüzden “gerçeklik” ile sembolik temsil arasında bir ayrım yoktur.

‘Virtual (sanal): uygulamada varolan, ama kesin olarak ya da ismiyle var olmayan,’ ‘real (gerçek): fiilen varolan’ Dolayısıyla gerçeklik, deneyimlediğimiz biçimiyle hep sanal olmuştur, çünkü her zaman pratiği, doğru semantik tanımı kaçıran bir anlamla çevreleyen sembollerle algılanır. Kültürel ifadeleri formel/ mantıksal/matematiksel akıl yürütmeden farklı kılan, tam da bütün biçimleriyle dilin, belirsizliğin şifresini çözme ve farklı yorumların kapısını aralama becerisidir.

İnsan zihninin mesajlarının karmaşık, hattâ çelişkili niteliği söylemlerimizin çok anlamlı karakteriyle kendini ortaya koyar. Mesajların anlamındaki bu kültürel çeşitlilik yelpazesi birbirimizle kimi açık, kimi örtülü çok boyutlu olarak etkileşim kurmamızı sağlar. Dolayısıyla elektronik medya eleştirmenleri yeni sembolik ortamın “gerçekliği” temsil etmediğini savunurken, örtülü olarak saçmalık derecesinde ilkel bir ‘şifrelenmemiş’ gerçek deneyim mefhumuna atıfta bulunurlar, oysa böyle bir deneyim hiç varolmamıştır. İnsani, interaktif iletişimde, ortamdan bağımsız olarak, bütün semboller kendilerine atfedilen semantik anlamla ilişkili olarak biraz yerlerinden kaymıştır. Bir anlamda bütün gerçeklik, sanal olarak algılanır.” (Castells, 1996)

Castells’e göre çoğul iletişim biçimlerinin dijitalleşmiş, ağlar oluşturmuş bütünlüğe dayalı yeni iletişim sisteminin temel özelliği, bütün kültürel ifadeleri kapsaması ve aktarmasıdır ve sanallık olarak eleştirilen ise bu ifadelerin dijitale özgü sembollerle aktarımıdır.

Güzel; sosyal paylaşım platformlarında oluşturulan kişisel profillerin idealize edilmiş imaj ve sembollerle donatılması hususunda Goffman’ın vitrin metaforuyla bir açıklama getirmektedir:

Goffman “Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu” (2014) adlı kitabında tiyatro modelinden yola çıkarak bireyin, kendisini, faaliyetlerini ya da performansını başkalarına nasıl sunduğunu, başkalarının izlenimlerini nasıl yönlendirdiğini ya da denetlediğini “vitrin” metaforuyla açıklamaktadır. Ona göre vitrin, performans sırasında birey tarafından kullanılan standart ifade donanımıdır. Oyuncuların vitrin aracılığıyla sunduğu performanslar toplumun anlayışı ve beklentilerine uygun biçimde toplumsallaştırılıp, kalıba sokulmuş biçimlerde uyarlanmaktadır. Bu bağlamda oyuncular izleyicilerine kendilerini olduğundan daha iyi gösteren ve belki de onları daha yüksek bir statüye çıkaracak performanslar sunmaktadırlar. Buradaki en önemli ayrıntı oyuncuların, toplumca resmi olarak onaylanmış değerleri içeren ve “idealize edilmiş” bir kimlik sunma eğilimde olmalarıdır. (Güzel,2016)

Bireyler herhangi bir sosyal medya platformunda kendi vitrinini yaratarak, kimlik bilgilerini, dünya görüşünü ve hatta özel yaşamını paylaşıma açabilmektedirler. Günün sonunda en fazla beğeni alan, her gün belli oranda içerik ve çekici fotoğraf paylaşımlarında bulunan ve izleyici ya da takipçisi fazla olan kullanıcı profillerini popüler hale getiren değerler, sayılar, simgeler ve imajlardan oluşmaktadır. (Güzel, 2016)

İletişim teknolojilerindeki hızlı gelişimden etkilenen kültür dünyasında, artık dijital sistemler ve onun kuralları hüküm sürmektedir. Sayılar, kullanıcı profilleri, imajlar, simgeler ve dijital terminoloji tarafından yapılanan dijital kültür, sosyal ağlarda izlenebilmektedir. Her simgesel ortam gibi kendi kodlama ve kodaçımlama biçimleri ve kendi diline sahip olan böylesi bir sanal ortamda benzeşimi mükemmelleştiren şey, yeni toplumsal ve kültürel kodların üretilmesidir. (Timisi, 2005)

En kötüsünden en iyisine, en elitistinden en popülerine her kültürel ifade, iletişime hazır zihnin geçmiş, şimdi ve gelecekteki ifadelerini devasa, tarih dışı bir hipertext’te birleştiren bu dijital evrende bir araya gelir. Böylece yeni bir sembolik ortam oluştururlar. Sanallığı gerçekliğimiz haline getirirler. (Castells, 1996)

Son olarak bilişim toplumunun sembol ve imajlarla kurulu düzeninin bilişim teknolojisi öncesi toplumun sosyal ilişkilerinde de yer bulduğuna ilişkin Bourdieu’cü yaklaşıma değinmek gerekmektedir.

Bourdieu’ye göre, bireyler, her bir alan/saha da ekonomik, sosyal, kültürel ve sembolik sermaye türlerini kullanarak ilişkiler ağı oluşturmaktadırlar. (Güzel,2016)

Nitekim sosyal ağları Bourdieu’nun habitus kavramı çerçevesinde incelemiş olan Güzel’in ifade ettiği üzere; “Yeni sosyal ağların varlığında habitusa özgü bir konum alış gösteren birey, sosyal sermaye dışında simgesel sermayeden de yararlanabilmektedir.

Dijital dünyada sosyal, simgesel ya da bunlardan daha uzun vadede yaratılan ve geniş bir habitusun boyutu olan kültürel sermayeyi (eğitim, yabancı dil, aile vs.) oluşturmak ya da kullanmak suretiyle dijital habitusunu inşa eden birey, sanal statü edinebilmektedir.” (Güzel, 2016)

“Facebook’ta var olmak, tanınmayı, tanımayı,olumlanmayı, takip edilmeyi, beğenmeyi veya beğenilmeyi kapsar. Bunlar, illusio kavramının içerdiği sembolik olarak tanınma ve kabullenme edimleridir. (Bourdieu, 1995, s.185). Facebook ekibi, reklamcılar veya reklam verenler gibi alanda ekonomik sermaye mücadelesi vermeyen kullanıcılar dışındakiler için bu tip kazanımlar simgeseldir. (Recuero, 2015)” (Dikkol,2020)

Neticeten bilişim toplumunun yeni iletişim kanallarının tümüyle gösterge ve imajlara indirgenmiş bir hiper gerçeklik ürünü olduğu düşüncesinin yanı sıra, söz konusu yeni iletişim modellerinin simgeselliğinin aslında bilişim toplumuna özgü iletişim tekniklerinin öncesinde de farklı görünümlerle var olduğuna ilişkin söylemler mevcuttur.

Ancak bilişim toplumunun yeni iletişim biçimlerinin sanal uzamda dolaylı bir geçekliğe sahip olması; çıktılarının sanal uzamın ötesine taşarak fiziksel ve sosyal dünyayı etkilemekte olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaya yetmemektedir.

4. YENİ İLİŞKİ BİÇİMİ ÜÇÜNCÜL BİR KURUM OLABİLİR Mİ?

Bilişim toplumunun her bir bireyinin aktif katılımcısı, içerik üreticisi, diğer kullanıcıların izleyicisi olabildiği iletişim araçlarının, eşanlı olarak küresel ölçekte katılımcı sayısına ulaşması; makro düzeyde sosyal ilişkilere tesir etmesi neticesini de beraberinde getirmektedir. Bu haliyle bilişim toplumunu anlama noktasında; sosyal ilişkilere bu denli etki edebilme gücüne sahip olan bilişim toplumuna özgü iletişim biçimlerinin toplumda yeni bir kurum oluşturma boyutuna ulaşıp ulaşmadığının tespiti önem kazanmaktadır. Bu hususta öncelikle toplumsal kurumun ne olduğuna ilişkin temel kriterleri ortaya koyabilen bir tanım yapmak gerekmektedir.

Toplumsal kurum, toplumun temel ve önemli bir gereksinmesi çevresinde örgütlenmiş ve bütünleşmiş değerlerin, normların ve davranış kalıplarının bileşimini tanımlayan bir kavramdır.

Sosyolojik Yöntemin Kuralları’nda Durkheim’ın tarif ettiği üzere kurum kavramını; “kolektivite tarafından inşa edilmiş tüm inançlar ve davranış biçimleri olarak tanımlamak mümkündür.” (Durkheim,1895)

Keza Giddens’in kurum tanımı da davranış ve inanç kavramları merkezinde şekillenmiştir. “Toplum, bir kurumlaşmış davranış biçimleri bütünü ya da sistemidir. Kurumlaşmış toplumsal biçimler demekle Giddens uzun zaman ve mekan dilimleri içinde durmadan tekrarlanan –ya da modern toplumsal kuramın diliyle toplumsal olarak üretilen- davranış ve inanç biçimlerini kasteder.” (Okan,2013)

Kurum kavramına ilişkin yapılacak tanımlamada değinilmesi gereken bir diğer görüş de, kurumlar sosyolojisi literatürünün öncü isimlerinden Talcott Parsons’a aittir.

Parsons’ın analizinde kurum, “belli bir toplumda hangi toplumsal eylemlerin ya da toplumsal ilişkilerin meşru ya da beklenen eylem ve ilişkiler olduğunu söyleyen kurallar bütünü”dür. (Erkilet,2007)

Parsons, kurumsallaşma adı verilen sürecin “belli rolleri yerine getiren aktörlerin davranışlarını tanımlayan hem rol sahibi kişilerin kendi uyum güdüleri hem de başkalarının yaptırımları ile desteklenen bir kalıplaşmış beklentiler sistemini” ortaya çıkardığını söylemektedir.

Sosyolojik açıdan kurum ne bir kişidir, ne bir grup, ne de bir mekandır…kurum kültürün bir parçasıdır…insanların yaşam tarzlarının örüntülenmiş bir parçasıdır…çoğunluğun paylaştığı davranış örüntüleridir. Kurum kültür normlarının yerleşmiş belli ve sürekli tatmin yollarıdır. İhtiyaçları karşılama biçimleri veya metodlarıdır. Açık ya da kapalı davranış kalıpları kişilerin oynadığı sosyal roller ve kişiler arası çeşitli sosyal ilişkilerle bağlantılıdır. Bu ilişkiler arasında ise sosyal süreçler bulunur. Sosyal ilişki ve roller kurumun temel ögeleridir. Kurum çoğunluğun paylaştığı ve bazı temel grup gereksinimlerinin karşılanması amacına yönelik davranış kalıpları bileşimidir. (Fichter, 1971)

Bu tanımlar esas alınarak, sosyolojik bir kavram olan “kurum”u, toplum tarafından üretilen, eşgüdümlenmiş süreklilik kazanarak durağan hale gelmiş, değer, norm ve davranış kalıpları olarak özetlemek mümkündür. O halde toplumsal yaşam gereği, toplumsal olarak kurulmuş birçok ilişkinin kurum tanımına uygunluk gösterebileceğinden bahsedilebilir.

Bilhassa bilişim toplumunun, özgün teknik ve özellikleri haiz iletişim yöntemlerinin toplumsal ilişkilere özgün deneyimler kazandırmış olması ve bu deneyimlerin kitleler tarafından ortak bir davranış kalıbına dönüşmesi nedeniyle ile bu yeni toplumsal ilişki modelinin kurumsal bir boyuta ulaşıp ulaşmayacağı sorusu gündeme gelmektedir.

Herhangi bir toplumun insanları arasındaki ilişkilerden yalnızca bir kısmı kurumsallaşma eğilimi gösterirler. Başka insanlarla olan ilişkilerimizden birçoğu toplumdaki kurumlar çerçevesinde düzenlenmeyebilir. Çünkü bu tür ilişkiler az sayıda insanı ilgilendirir. Kısa bir süre devam eder, geçici koşullara bağlı olur ya da çok mahrem bir kişisel temele dayanır ve yinelenmezler. Bir kurum ancak doğası gereği toplumun tümünü ilgilendiren gereksinmeler, ilgiler sonucu ortaya çıkar.(Okan,2013)

O halde, bilişim toplumunun yeni iletişim biçiminin kurum kavramının temel ögelerini ihtiva edip etmediğini ortaya koymak gerekecektir. İlk olarak toplum tarafından inşa edilmiş davranış kalıplarının yeni iletişim modelinde her geçen gün bir yenisi üzerine eklenmek suretiyle oluşturulduğunu söylemek mümkündür.

Nitekim bilişim toplumunun, bilhassa sosyal paylaşım platformlarında geliştirmiş olduğu söz konusu yazılımın sağladığı teknikler ve sosyolojik tutumlar ile psikolojik ihtiyaçları karşılamak üzere geliştirilen alışkanlıkların bileşiminden oluşan tümüyle bilişim toplumuna özgü ortak davranış kalıplarının geliştiğini tecrübe etmekteyiz.

Bu davranış kalıplarının başında; bir sosyal paylaşım platformunda profil oluşturmak yada o mecrada bulunmamayı tercih etmek, başka bir kullanıcının profilini takip etmek, paylaşımını beğenmek, paylaşımını yeniden paylaşmak, bir başkasının profilini engellemek gibi klasik iletişim şemasının dışında özgün deneyimler yer almaktadır. Anılan davranışların her birinin bilişim toplumunun sosyal ilişkilerinde karşılık geldiği anlamlar, toplumunun kolektif olarak söz konusu iletişim aracı üzerinden inşa etmiş oldukları algı ile biçimlenmektedir. Öyle ki günümüzde gelinen aşamada, ülkelerin siyasi liderlerinin, resmi kurumlarının profillerinin bahsi geçen takip etme, takipten çıkarma, beğenme, engelleme gibi davranışlarının siyasi, diplomatik ve hatta resmi neticeleri meydana getirişini tecrübe etmekteyiz. Söz gelimi, bir ülke başkanının resmi profilinden bir vatandaşı engellemesi, bir ülkenin bakanın görevinden istifasını sosyal medya profilinden duyurması gibi yakın dönem geleneksel kitle iletişim araçlarından aşina olmadığımız tümüyle yeni davranışların ve davranış kalıplarının ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Keza sosyal paylaşım platformlarının, büyük ölçüde tüm kullanıcılara hatta internet erişimine açık olarak kullanıcıların paylaşımlarına erişimi mümkün kılması; söz konusu paylaşımı milyonlarca kullanıcının etkileşimine açık hale getirmektedir. Etkileşime sınırsız ölçüde açık olmanın bilişim toplumu öncesi sosyolojik deneyimlerden oldukça farklı neticeleri söz konusu olmaktadır. Etkileşimin milyonlarca kullanıcının erişimine eşanlı sunulmuş olması neticesinde; ortalama bir sosyal statüye sahip kullanıcıya dahi, anlık, kısa süreli yahut uzun vadeli ün ve şöhret kazandırabilmektedir. Bu durum fenomenlik, “influencer”lık gibi yeni sosyal statüleri ve bu statülerle ilişkiler bakımından fan (destekçi) gruplarının oluşturulması gibi davranışları da üretmektedir.

Kullanıcıları içerik üretmeye iten itkenin Bourdieu’nun habitus kavramı çerçevesinde sosyal ve simgesel sermayenin artırılması, bu sermayeyi çevrim içi- çevrim dışı kimliğine aktarabilmesi yönündeki menfaatle açıklamak mümkündür. Keza paylaşılan içeriğe diğer kullanıcıların vermiş olduğu olumlu etkileşimin (beğenme, paylaşma gibi), kişinin onaylanma, takdir edilme, beğenilme duygularını tatmin etmesi, Maslow’un tarif etmiş olduğu üzere saygınlık ve hatta belki de kendini gerçekleştirme ihtiyacını karşılaması; gerçek hayattaki sosyalliğin zahmetli ve fiziki imkansızlıkları karşısında; sanal ilişkilerin tek bir “tıklama” talimatıyla yönetilmesi, bireylerin sosyal paylaşım platformlarında; takipçi kazanma, beğenilerini, izlenmelerini artırmaya yönelik davranışlarına yönelmesine neden olmaktadır.

Sosyal ilişkilerin dijital kamusal alana taşınmasının, sosyal ilişkilerin özel bir görünümü olan romantik ilişki pratiklerine de tesir etmesi kaçınılmazdır.

Bauman ağ ortamında kurulan ikili ilişki pratiklerini şöyle özetler; “her an günde 24 saat, haftada yedi gün- yalnızlar kulübünden bir arkadaşa ulaşmak için sadece tek bir düğmeye basmak yeterli. Bu çevrimiçi dünyada hiç kimse asla uzak değil, herkes sürekli diğerinin emrine ve çağrısına hazır. Hatta biri yanlışlıkla uyuyakalsa bile onun geçici yokluğunun hissedilmeden atlatılması mümkün, çünkü mesajlar gönderilecek, birkaç saniyeliğine karşılıklı tvveet’leşilecek (ötüşülecek) yeterince insan var. İkincisi, başka insanlarla ille de belaya davetiye çıkaracak, istenmeyen yollara sapacak muhabbetlere girmeden de ‘bağlantı’ kurulabilmesi. Sohbetin nahoş bir yöne döndüğünü hissettiren ilk işaretle ‘bağlantı’ koparılabilir. Hiç risk yoktur, dolayısıyla mazeretler, özürler, yalanlar uydurmak da gerekmez. Tamamen acısız ve risksiz hafif bir parmak dokunuşu yeterli gelir. Ne yalnız kalmaktan korkmaya lüzum var ne de başkalarının taleplerine maruz kalma, kurban olma ya da taviz verme, başkası istiyor diye istemediğiniz bir işe kalkışma tehlikesi var. Bunu bilmenin rahatlığıyla, kalabalık bir odada otururken, bir alışveriş merkezinin yoğun koridorlarında başıboş dolanırken ya da kalabalık bir arkadaş grubu ve diğer yayalar arasında sokakta gezinirken bile burada ve şimdi, hem etrafınızdaki dilediğiniz kişilere teması kesmelerini bildirebilir hem de her an ‘ruhen ortadan yok olabilir’ ve ‘kendinizle baş başa’ kalabilirsiniz. Fiziksel olarak yanınızda bulunmayan ve dolayısıyla az sonra talepkar ve bağlayıcı olmayacak, ‘bağlantı’ kurması güvenli birine, götürmez. Çünkü ‘her zaman açık’ hale geldiniz mi bir daha asla tam anlamıyla ve sahiden yalnız kalamazsınız.” (Bauman,2010)

İkili ilişkilerin dijital ortamlar üzerinden kurulması ve/veya sürdürülmesi sanal ortamın teknik imkanlarının elverişli olması itibariyle Bauman’ın tarif ettiği üzere geleneksel ikili ilişkilerin yerleşik davranış kalıplarından ayrıklaşır. Bilişim toplumunun ikili/romantik ilişkilerinde artık iletişimin siber tekniğinin sağladığı imkanlarla “Ghosting”[5] (ilişki sürecinde partnerin birden ortadan kaybolması ve iletişimin kesilmesi), “Submarining”[6] (ghosting yapan kişinin tıpkı ortadan kaybolmasındaki gibi öngörülemez biçimde tekrar ortaya çıkması), “Stalking”[7] (bir kişinin elektronik ortamdaki bütün ayak izlerini takip ederek adım adım ne yapmakta olduğunu gözetleme) gibi özgün davranış kalıpları gelişmiştir.

Diğer yandan içeriğe erişimin sınırsızlığı negatif etkileşime de neden olabilmektedir. Yine bu noktada tamamen bilişim toplumuna özgü olarak üretilmiş olan “cancel culture/online shaming” olarak anılan linç kültürü adı altında davranış kalıpları otaya çıkmaktadır. İzinsiz içerik paylaşımının teknik olarak kolay olması, nefret objesi olarak sunulan içeriğin saniyeler içinde milyonlarca kullanıcıya ulaşabilmesi; kullanıcıların; büyük ölçüde kendilerine dönük nefretlerini bastırmak, ahlaken üstün olarak konumlandırmak suretiyle kendini aklamak, ortak düşman üzerinden diğerleriyle birlikte olmanın güvenini ve hemfikir olmanın onaylanma duygusunu yaşamak gibi amaçlarla bir içeriği veya paylaşanı linç etmeye yönelik bir davranış kalıbı ve alışkanlığı geliştirdiklerini söylemek mümkündür.

İletişim, ifade ve haberleşme özgürlüğünün hem teknik olarak sınırsızlaşması hem de bireylerin bu iletişim esnasında yüz yüze gelmemeleri nedeniyle yerleşik nezaket ve ölçülülük gibi değerleri önemsememeleri neticesinde, siber zorbalık olarak adlandırılan davranış biçimleri de kendi toplumsal ilişkilerde kendine yer bulmuştur.

Sosyal paylaşım platformlarında toplumsal ilişki biçiminden bahsederken üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, üretilen içeriklerin yayılma hızıdır. Nitekim geleneksel toplumsal ilişki biçiminde ifade, düşünce ve haberin yayılma hızı ana akım kitle iletişim araçlarının hakim olduğu dönem de dahi belirli bir sınırlılıkta ve tabii ki tek yönlüdür. Ancak günümüz iletişim araçları bakımından içeriklerin etkileşimi herkese açık ve küresel ölçekte yayılma hızı saniyelerle yarışmaktadır. Bu dönüşüm haliyle haberleşme davranışları bakımından farklılaşmaya neden olmuştur. Oxford Sözlük tarafından 2016 yılının kelimesi olarak seçilen post-truth[8] kavramı: duyguların ve kişisel kanaatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede rasyonel gerçeklerden daha fazla etkili olması durumu anlamına gelmektedir. Şüphesiz ki post truth kavramının en gözle görünür deneyimi; sayısı milyonları bulan sosyal paylaşım platformu kullanıcılarının, anlık gündem olan (trend topic) sosyal olgular veya haberlere ilişkin duygu ve düşüncelerine ilişkin yaptıkları paylaşımlarının saniyeler içinde milyonlarca kullanıcıya ulaşması ve bunlardan etkileşim alması sayesinde gerçekliği ezici bir şekilde bastırabiliyor olmasıdır.

Keza kamuoyunun oluşturulmasında duyguların ve kişisel kanaatlerin baskın hale gelmesi anlık sosyal paylaşım platformlarının kitlesel ölçekte hem davranış kalıplarını şekillendirdiği hem de büyük siyasal hareketleri (Arap Baharı başta olmak üzere) meydana getirdiği muhtelif örneklerle tüm dünya tarafından tecrübe edilmiş olgulardır.

Castells, kitle hareketlerinin sosyal paylaşım platformları üzerinden hızla ve kuvvetli bir biçimde organize olmasını şu şekilde açıklar:

Bilgisayar dışında ve bilgisayar üzerinde, zayıf bağlar, farklı toplumsal özelliklere sahip insanların bağlantılar kurmasını kolaylaştırır, böylece sosyalleşmeyi, toplumsal olarak tanımlanmış kişisel tanınma sınırlarının ötesinde genişletir. Bu anlamda İnternet, hızlı bir bireyselleşme ve çözülme sürecindeymiş gibi görünen bir toplumda toplumsal bağların geliştirilmesine katkıda bulunabilir. (Castells,1996)

Anlık sosyal paylaşım platformlarının gerek mikro sosyal ilişkiler gerekse siyasi boyutlara varacak ölçüde makro düzeydeki sosyal ilişkiler bakımından, yeni ve kendinden menkul davranış kalıplarını ürettiği şüphesizdir.

Diğer yandan kurumsallaşmanın diğer ögelerini ihtiva etmesi bakımından yapılacak değerlendirmede; Okan’ın ifade ettiği üzere, kurumsallaşmanın birtakım kazanılmış hakların ortaya atılmasına yol açtığı hususuna değinmek gerekmektedir. Sosyal paylaşım platformları başta olmak üzere internet kullanımından kaynaklanan siber zorbalığa maruz kalmak suretiyle oluşan mağduriyet, yahut bir takım kişisel hakların ihlali yahut mahrumiyetlerin dile getirilmesi neticesinde güncel olarak; unutulma hakkı, kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, gizlilik hakkı, internette bulunma hakkı gibi “kazanılmış” hakların mümkün olup olamayacağı tartışmaları yürütülmektedir. Nitekim Ocak 2021 başlarında eski Amerikan Başkanı Donald Trump’ın resmi Twitter hesabı üzerinden şiddeti teşvik eden paylaşımlar yapmış olması gerekçesiyle hesabı askıya alınmış olup, dünyanın dört bir yanından milyonlarca kullanıcısı bulunan küresel ölçekli bir “kamusal alan”dan dışlanmıştır. Tümüyle kendi hizmet sözleşmesinin kullanım şartları ile bağlı olan, teknik tabiriyle yer sağlayıcı olan sosyal medya şirketlerinin, içerik sağlayıcı olan (kullanıcıları) “kamusal alan” dışında bırakma konusundaki keyfiliği internette bulunma hakkına ilişkin tartışmaları da tekrar gündeme taşımıştır.

Söz konusu dijital kamusal alanların bir takım şirketlerin mülkiyetinde olduğu hususuna değinmişken; kurumsallığın bir diğer ögesi olan ortak değer ve amaç hususuna değinmek doğru olacaktır. Zira söz konusu iletişim araçlarının kullanımı bakımından içerik üreticisi pozisyonunda olan birey ve toplum, iletişim, ifade hürriyeti ve haberleşme özgürlüğü değerleri üzerine davranış pratiklerini geliştirmektedir.

Ancak diğer yandan; “Özel mülkiyet modeliyle çalışan Batı ülkelerinde (özellikle Amerika Birleşik Devletleri), medya sistemleri hiçbir zaman bir sosyal kurum olarak hizmet etme niyetinde değildi. Bunun yerine, özel sektöre ait bir medya kuruluşunun temel amacı, şirket için kar elde etmektir.” (Silverblatt,2004)

Son olarak kurumsallaşma herhangi bir davranış, düşünüş, inanış biçiminin tarihsel olarak görece durağan ve toplumca değer verilen kalıplara dönüşme sürecini ifade etmektedir. (Ozankaya, 1986) Bu itibarla kendini her geçen gün yenilemekte olan dijital iletişim biçimlerinin özgün ve yeni davranış kalıplarını inşa etmekte olduğu tartışmasız olmakla birlikte kurumsal bir niteliğe kavuşması için durağan ve süre gelen bir niteliği haiz olması da beklenmektedir.

5. SONUÇ

Bilişim toplumunun, teknik donanımlarla zenginleşmiş ve her geçen gün kendine yeni bir özellik ekleyen iletişim biçiminin kendine özgü davranış kalıplarını, norm ve pratikleri beraberinde getirdiği tartışmasızdır. Söz konusu özgünlük sadece çevrim içi sosyalliğe değil aynı zamanda çevrim dışı sosyalliğe de yansımakta; gündemi, siyaseti, dili, modayı yönlendirmektedir. Yeni ilişki biçiminin ürettiği davranış kalıplarının kurumsallık kazanacak ölçüde süreklilik kazanarak toplumun sabit bir kurumu haline gelmesi; bu iletişimin birebir sosyal diyaloglardan, yakın çevre iletişiminden, geleneksel kamusal hitabetten oldukça farklı olması, özgün davranış kalıplarını üretmesi ve gündelik yaşamın neredeyse tamamında bireyin aktif olduğu bir alan olması nedeniyle sosyolojik tanımlamalarda göz önünde bulundurulduğunda imkan dahilindedir.

“1981’e atlayalım. Yeni olan nedir:

-“Her şey,” der gerçekçilik şövalyesi ve modernizm şampiyonu o aşina olduğumuz iyimser. “Muhalefet sona erdi. Şimdiden başka bir çağa girdik, sanayi sonrası toplum bu, enformasyon toplumu … “

– “Hiçbir şey” karşılığını verir nostaljik. “Temel ilişkiler yerinden kımıldamadı; sadece söylem ve retorik değişti. Görünüşe rağmen, paramparça olan şey eski dar kafalılıklar değil, ilişkilerde doğal ve öz olarak kalan şeydir, yakınlık, sıcaklık ve her şey … Ortadan kalktığından beri bunca sözü edilen şeyi nasıl adlandırırsınız? Bütün ortak yaşam!”” (Lefebvre,1981)

6. KAYNAKÇA

AKBULUT, Örsan Ö. (2007), Küreselleşme Ulus- Devlet ve Kamu Yönetimi, TODAİE Yayınları, Ankara, (“Küreselleşmenin Nitelikleri”, s.333-350)

AKBULUT, Örsan Ö. (2013), Küresel Kapitalizm ve Devlet, Toplum ve Hekim, TTB Yayını

AKTAŞ, Celalettin (2013). Enformasyon Toplumu Bağlamında Türkiye . Selçuk İletişim , 4 (4) , 181-193 SENNETT, Richard (1996), Kamusal İnsanın Çöküşü, (Çev. Serpil Durak & Abdullah Yılmaz, 1996), İstanbul, Ayrıntı Yayınları

BAUDRILLARD, Jean (1970), Tüketim Toplumu, (Çev. Nilgün Tutal & Ferda Keskin, 2010), İstanbul, Ayrıntı Yayınları

BAUDRILLARD, Jean (1978), Sessiz Yığınların Gölgesinde, (Çev. Oğuz Adanır), Ankara, Doğu-Batı Yayınları

BAUMAN, Zygmunt (1998), Küreselleşme, (Çev. Abdullah Yılmaz, 1999), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, s.24

BAUMAN, Zygmunt (2010), Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup, (Çev.Pelin Siral), İstanbul, Habitus Yayıncılık

CAMACHO & NIETO, Carlos Morera, Jose Antonio (2009), Finansal Sermayenin Küreselleşmesi 1997-2008, Finansallaşma ve Kapitalizm Krizi, Costas Lapavitsas (Haz.), (Çev. T. Öncel), Yordam Kitabevi, İstanbul, s. 225-255

CASTELLS, Manuel (1996), Enformasyon Çağı: Ekomomİ, Toplum ve Kültür, Birinci Cilt, Ağ Toplumunun Yükselişi, (Çev. Ebru Kılıç, 2008), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları

DİKKOL, Selver (2020), Sosyal Medya Alanına Bourdieucü Bir Yaklaşım: Facebook Üzerine Bir İnceleme, Erciyes İletişim Dergisi, ISSN:1308-3198

DURKHEIM, Emile (1895), Sosyolojik Yöntemin Kuralları, (Çev. Cenk Saraçoğlu,2004), İstanbul, Bordo Siyah Yayınları

ERKİLET, Alev (2007), Toplumsal Yapı ve Değişme Kuramları. Ankara, Hece Yayınları

FICHTER, Joseph (1971), Sosyoloji Nedir? (Çev: Nilgün Çelebi,2019), Ankara, Anı Yayınları

GÜZEL, Ebru (2016), Dijital Kültür ve Çevrimiçi Sosyal Ağlarda Rekabetin Aktörü: “Dijital Habitus”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 4(1), 83-103

KÜÇÜKPARLAK, İlker (2020), Ghosting’den Friendzoning’e: Zamane İlişkilerinden Zamana Bakış, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/01/18/ghostingden-friendzoninge-zamane-iliskilerinden-zamana-bakis, Erişim Tarihi: 19.01.2021

LEFEBVRE, Henri (1970), Mekanın Üretimi, (Çev. Işık Ergüden, 2014), İstanbul, Sel Yayıncılık

LEFEBVRE, Henri (1981), Gündelik Hayatın Eleştirisi, (Çev. Işık Ergüden, 2010), İstanbul, Sel Yayıncılık

METİN & KARAKAYA (2017), Osman, Şeref, Jean Baudrillard Perspektifinden Sosyal Medya Analizi Denemesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19(2), 109-121

OKAN, Oya (2013), Kurumlar Sosyolojisi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Yayınları

OZANKAYA, Özer, (1986), Toplumbilim, Ankara, Tekin Yayınları

SILVERBLATT, Art (2004), Media as Social Institution, Amerıcan Behavioral Scientist, Vol. 48 No. 1, September 2004, 35-41

TİMİSİ, Nilüfer (2005), Sanallığın Gerçekliği: İnternetin Toplum ve Kimlik Alanlarına Girişi, (Derleyenler), Mutlu Binark ve Barış Kılıçbay, İnternet Toplum ve Kültür, İstanbul, Epos Yayınları, s.89-105

[1] BOZKURT, Prof. Dr. Veysel, Endüstri Sosyolojisi, İstanbul Üniversitesi Açık Ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Yayınları,s.37

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook, Erişim Tarihi: 29.12.2020

[3] Bilgisayar kontrollü

[4] Söylenti ağı diye çevirebileceğimiz “wetware”in doğal özellikleri tarafından belirlenir ve bu yüzden de insanın görme, işitme ve hatırlama yeteneklerinin doğal sınırları içinde kalır.

[5]-6-7 Dr. İlker Küçükparlak, Ghosting’den friendzoning’e: Zamane ilişkilerinden zamana bakış, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/01/18/ghostingden-friendzoninge-zamane-iliskilerinden-zamana-bakis, Erişim Tarihi: 19.01.2021

8 https://languages.oup.com/word-of-the-year/2016/ Erişim Tarihi: 19.01.2021

Comments


KVKK AYDINLATMA METNİ

© Copyright 2023 Yurt Partners+

ÇEREZ POLİTİKASI

  • LinkedIn
  • Twitter

İşbu internet sitesi, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'na ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları'na uygun olarak bilgilendirme amacıyla dizyan edilmiştir.  İçerikler avukatlık hizmeti olarak değerlendirilemeyeceği gibi, bilgilendirme dışında bir amacı bulunmamaktadır. 

 

İnternet sitesindeki tüm içeriklerin telif hakkı yazarına aittir. Yazarın izni olmadan, içeriklerin çoğaltılması, kopyalanması, değiştirilmesi, tamamen alıntılanması yasaktır. İnternet ortamında dofollow link vermek suretiyle kaynak gösterilip kısmi alıntı yapılabilir. 

© 2035 by Knoll & Walters LLP. Powered and secured by Wix

bottom of page